Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, çok önemli başarılara imza atmış bir ülkenin insanlarıyız.
Emperyalist işgalden kurtulmak için verdiğimiz kurtuluş savaşı ile dünyanın mazlum ülkelerine örnek olmuş bir ulusun yurttaşlarıyız.
Bu günlerde birbirimizi dinlemeye ve birbirimizi anlamaya çok ihtiyacımız var.
Bu çağrıyı siyasi iktidarın ve siyasetçilerin yapmasını çok isterdim.
Bizler, siyasi ayrılığımız olanlar ile düşman değiliz. Bunu tüm siyasilere duyurmak istiyorum.
Ama olmuyor, duyuramıyoruz…
* * *
Bu ülkenin kurucu iradesi, 1930’lu yıllarda yurttaşlık anlayışını yaratırken, bu günkü demokrasinin ulaşacağı tepe noktalarını görmüşlerdir.
O yıllarda, “Egemenlik kayıtsız şartsız Milletindir” diyen ağızlara, bu gün demokrasi dersi vermeye ayak kalkmak ayıptır.
* * *
Çok partili demokratik sisteme geçeli 67 yıl oldu.
Bu yıllar içerisinde demokrasimizin gelişmesi için bu halk çok bedeller ödedi.
Demokrasiyi yaşam biçimi haline sokmaya çalıştığımız yolda, demokrasimiz çeşitli zamanlarda yol kazalarına uğratıldı.
Bu yol kazaları için tanzim edilen faturaların tamamına yakınını, emeği ile geçinmeye çalışan emekçi halkımız ödedi.
* * *
Burada o yılların değerlendirmesini yapacak değilim.
Ancak, sivil siyasetçilerin demokrasiyi hor kullandıklarını ve onun arıza yapması için ellerinden geleni yaptıklarını da biliyoruz.
Bu günde değişen bir şey olmadığını ibretle izliyoruz.
Onları demokrasiyi anlamaya davet ediyoruz.
* * *
Demokrasi konusunda 2600 yıl önce Eflatun, Devlet adlı kitabında, demokrasi ile ilgi bakın neler söylemiş.
“ Demokrasinin esas prensibi, halkın egemenliğidir.
Ama milletin kendisini yönetecekleri iyi seçebilmesi için, yetişkin ve iyi eğitim görmüş olması şarttır.
Eğer bu sağlanmazsa, demokrasi otokrasiye geçebilir.
Halk övülmeyi sever.
Onun için, güzel sözlü demagoglar, kötüde olsalar başa geçebilirler.
Oy toplamasını bilen herkesin, devleti idare edebileceği zannedilir.”
* * *
Eflatun’un 2576 yıl önce söylediklerini, bu gün yaşadıklarımız ile kıyasladığımızda, üst üste örtüştüğünü görüyoruz.
* * *
Başbakanımızın 09 Haziran Pazar günü Ankara’da halka yaptığı konuşmaları, hayretler içerisinde izledim.
Eyvah dedim, halkımız yine kamplara bölünüyor, birbirlerine karşı kinlendiriliyor diye korktum.
12 Eylül öncesini yaşamış bir insan olarak, Adana’da karşıt görüşlü durumuna sokulan insanlarımızın, çatışmanın eşiğinden nasıl döndüklerini büyük bir endişe ile izledim.
Bunun üzerinden bir gün bile geçmeden, hala sert mesajlarla halkı germenin, dinleyenleri galeyana getirmenin ne manası vardı?
Öfkenin örgütlenmesinden başka bir şeye yaramayan kızgınlıklarımızı, ertelemenin çok önemli olduğunu anlamalıyız.
* * *
Bir ülkeyi yönetme iddiasında olanlar halkı, bizi isteyenler ve bizi istemeyenler diye kamplara ayırmamalıydılar. Bunlara meydan vermemeliydiler.
Halkı sakinleştirmeli ve Taksimde eylem yapanlar %5’lik bir bölümde olsa onların dinlenmesi gerektiğini söylemeleri gerekirdi.
Ama olmadı, yine demokrasi sınavında sınıfta kaldık.
* * *
Beğenirsiniz veya beğenmezsiniz, halkın bir bölümü sizin yaptıklarınızda rahatsızlık duyduğunu söylüyor.
Buna kulak vermelisiniz.
* * *
Bu aykırı sesleri, yıkıcılık ve bölücülük olarak bir başka guruplara anlatmanın ne kadar tehlikeli olduğunu görebilmeliydiler.
Ülkeyi yönetenleri de, demokratik tepki için alanlara inen halkımızı da, demokrasinin istediği gibi davranmaya davet ediyorum.
Sokaklar, demokrasiye tuzak hazırlanan yerler değildir.
Sokaklar demokrasinin okullarıdır.